بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
وَأَوۡحَيۡنَآ إِلَىٰ مُوسَىٰ وَأَخِيهِ أَن تَبَوَّءَا لِقَوۡمِكُمَا بِمِصۡرَ بُيُوتٗا وَٱجۡعَلُواْ بُيُوتَكُمۡ قِبۡلَةٗ وَأَقِيمُواْ ٱلصَّلَوٰةَۗ وَبَشِّرِ ٱلۡمُؤۡمِنِينَ ٨٧
Musâya ve biraderine: «Mısırda kavminiz için evler hazırlayın. O evlerinizi namazgah yapın. (Oralarda) dosdoğru namaz kılın. (Ey Musa) mü'minleri (dünyâda nusret ve âhiretde cennetle) müjdele» diye vahyetdik.
وَقَالَ مُوسَىٰ رَبَّنَآ إِنَّكَ ءَاتَيۡتَ فِرۡعَوۡنَ وَمَلَأَهُۥ زِينَةٗ وَأَمۡوَٰلٗا فِي ٱلۡحَيَوٰةِ ٱلدُّنۡيَا رَبَّنَا لِيُضِلُّواْ عَن سَبِيلِكَۖ رَبَّنَا ٱطۡمِسۡ عَلَىٰٓ أَمۡوَٰلِهِمۡ وَٱشۡدُدۡ عَلَىٰ قُلُوبِهِمۡ فَلَا يُؤۡمِنُواْ حَتَّىٰ يَرَوُاْ ٱلۡعَذَابَ ٱلۡأَلِيمَ ٨٨
Musa: «Ey Rabbimiz, dedi, hakıykaten Sen Fir'avne ve ileri gelenlerine dünyâ hayaatında zînet (-ü haşmet) ve (nice) mallar verdin, Senin yolundan sapdırsınlar diye mi hey Rabbimiz?! Sen onların mallarını yok et Rabbimiz, kalblerini şiddetle sık ki onlar o çetin azabı görecekleri zamana kadar îman etmeyeceklerdir».
قَالَ قَدۡ أُجِيبَت دَّعۡوَتُكُمَا فَٱسۡتَقِيمَا وَلَا تَتَّبِعَآنِّ سَبِيلَ ٱلَّذِينَ لَا يَعۡلَمُونَ ٨٩
(Allah) dedi ki: «ikinizin de düâsı kabul olunmuşdur. O halde yine istikaametde (doğru hareketinizde) devam edin. Sakın bilmezlerin yoluna uymayın».
۞ وَجَٰوَزۡنَا بِبَنِيٓ إِسۡرَٰٓءِيلَ ٱلۡبَحۡرَ فَأَتۡبَعَهُمۡ فِرۡعَوۡنُ وَجُنُودُهُۥ بَغۡيٗا وَعَدۡوًاۖ حَتَّىٰٓ إِذَآ أَدۡرَكَهُ ٱلۡغَرَقُ قَالَ ءَامَنتُ أَنَّهُۥ لَآ إِلَٰهَ إِلَّا ٱلَّذِيٓ ءَامَنَتۡ بِهِۦ بَنُوٓاْ إِسۡرَٰٓءِيلَ وَأَنَا۠ مِنَ ٱلۡمُسۡلِمِينَ ٩٠
Isrâîl oğullarını denizden (selâmetle) geçirdik. Hemen Fir'avn, askerleriyle beraber, zulmederek ve saldırarak, arkalarına düşdü. Nihayet su onu boğmıya başlayınca (şöyle) dedi: «İnandım. Hakıykat İsrâîl oğullarının îman etdiğinden başka Tanrı yokmuş. Ben de müslümanlardanım».
ءَآلۡـَٰٔنَ وَقَدۡ عَصَيۡتَ قَبۡلُ وَكُنتَ مِنَ ٱلۡمُفۡسِدِينَ ٩١
Şimdi mî (îman ediyorsun)?! Halbuki sen bundan evvel (ömrün boyunca) isyan etmiş, dâima fesadcılardan olmuşdun.
فَٱلۡيَوۡمَ نُنَجِّيكَ بِبَدَنِكَ لِتَكُونَ لِمَنۡ خَلۡفَكَ ءَايَةٗۚ وَإِنَّ كَثِيرٗا مِّنَ ٱلنَّاسِ عَنۡ ءَايَٰتِنَا لَغَٰفِلُونَ ٩٢
Biz de bu gün seni (cansız bir) beden olarak (karada yüksek bir yere atıb) bırakacağız ki arkandan geleceklere bir ibret olasın. (Bununla beraber) insanlardan bir çoğu bizim âyetlerimizden cidden gaafildirler.
وَلَقَدۡ بَوَّأۡنَا بَنِيٓ إِسۡرَٰٓءِيلَ مُبَوَّأَ صِدۡقٖ وَرَزَقۡنَٰهُم مِّنَ ٱلطَّيِّبَٰتِ فَمَا ٱخۡتَلَفُواْ حَتَّىٰ جَآءَهُمُ ٱلۡعِلۡمُۚ إِنَّ رَبَّكَ يَقۡضِي بَيۡنَهُمۡ يَوۡمَ ٱلۡقِيَٰمَةِ فِيمَا كَانُواْ فِيهِ يَخۡتَلِفُونَ ٩٣
Andolsun ki biz, İsrâîl oğullarını çok güzel bir yurda yerleşdirmişizdir. Onlara en temiz (ni'met) lerimizden rızıklar vermişizdir. Fakat kendilerine ilim gelinceye kadar ihtilâfa düşmediler (de ondan sonra ihtilâfa başladılar). Şüphesiz Rabbin, aralarında ihtilâf etmekde oldukları şeyler hakkında kıyaamet günü hükmünü verecekdir.
فَإِن كُنتَ فِي شَكّٖ مِّمَّآ أَنزَلۡنَآ إِلَيۡكَ فَسۡـَٔلِ ٱلَّذِينَ يَقۡرَءُونَ ٱلۡكِتَٰبَ مِن قَبۡلِكَۚ لَقَدۡ جَآءَكَ ٱلۡحَقُّ مِن رَّبِّكَ فَلَا تَكُونَنَّ مِنَ ٱلۡمُمۡتَرِينَ ٩٤
Eğer sana indirdiğimiz (kıssaların her hangi birin) den (bilfarz) şübhede isen senden evvel kitab okuyanlara sor. Andolsun ki hak sana Rabbinden gelmişdir. O halde sakın şübhecilerden olma.
وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ ٱلَّذِينَ كَذَّبُواْ بِـَٔايَٰتِ ٱللَّهِ فَتَكُونَ مِنَ ٱلۡخَٰسِرِينَ ٩٥
Sakın Allahın âyetlerini yalan sayanlardan olma. Sonra maddî ve ma'nevî zarara uğramışlardan olursun.
إِنَّ ٱلَّذِينَ حَقَّتۡ عَلَيۡهِمۡ كَلِمَتُ رَبِّكَ لَا يُؤۡمِنُونَ ٩٦
(96-97) Üzerlerine Rabbinin kesilmesi hak olmuş bulunanlar (yok mu?) onlar, velev kendilerine her (hangi bir) âyet gelmiş olsun, acıklı bir azâb görecekleri (zamâ) na kadar îman etmezler.
وَلَوۡ جَآءَتۡهُمۡ كُلُّ ءَايَةٍ حَتَّىٰ يَرَوُاْ ٱلۡعَذَابَ ٱلۡأَلِيمَ ٩٧
(96-97) Üzerlerine Rabbinin kesilmesi hak olmuş bulunanlar (yok mu?) onlar, velev kendilerine her (hangi bir) âyet gelmiş olsun, acıklı bir azâb görecekleri (zamâ) na kadar îman etmezler.